21 Mart 2010 Pazar

Neydi O Eski Zelzeleler

İstanbul'u Seven Katlanır Depremine


Bir kere Osmanlı, bırakınız en basit halkını, sarayın vekâyinâmecileri bile hiçbir zaman şöyle ballandıra ballandıra bol teferruatıyla bir zelzeleyi kaale ve kaleme almazlar. Açın bakın vekâyinâmelere; en lüzumsuz tevcihatları, makam tayinlerini, tedipleri, nefiyleri, saraydaki entrikaları, fütuhatı, hayratı, vefayatı uzun uzadıya anlatan müverrihlerimiz depreme gelince, sosyal tarihimiz açısından söylüyorum; maalesef ya es geçerler, yahut da birer cümleyle geçerler. Bakarsınız başlıkta "Zuhır-ı Zelzele-i Azime" der, altından bir şey çıkmaz, yahut tek cümleyle "Vukû-ı Zelzele Der Islambol Der Muharrem' der geçer. Yine iş kalır Eremya Çelebi'nin Ruznâme'sine...

İstanbul, yer yüzündeki şehirler arasında çok fazla "emin" olmayanlardan biridir. Her ne kadar, Osmanlılar ona "Dersaadet" yani "Mutluluk Evi" demişler, hatta "Asitane" yani "Büyük Sığınak", "Büyük Dergâh" olarak ad vermişlerse de, İstanbul tarih boyunca çok belâlara, çok musibetlere ma'ruz kalmıştır. Bu açıdan baktığımızda ismiyle müsemma olmayan bir şehir olarak gözümüze çarpar. Gerçi "Darüsselam" olan yani "Barış Evi" olan Bağdat'ın, Hülagü'den Saddam'a kadar başına gelenleri gördükten sonra bu tenakuzun bir tek İstanbul'a ait olmadığı kanaati insanda pekişiyor. Ee zaten Kuran-ı Kerime göre de "Vettîn-i ve'zzeytûni ve tûr-i sinîne ve haze'l beledil emîn" olarak geçen ve müfessirler tarafından Mekke-i Mükerreme'ye, Medine-i Münevvere'ye,  Kudüs-i Şerife ve Şam-ı Şerife atfedilen "emin" beldelerin bile belli dönemlerde kargaşadan, cidâlden kendilerini kurtaramadıklarını biliyoruz.
 

Kâbe'si bile baskına uğrayan Mekke. "Evveli fitne Şam, ahir-i fitne Şam" tanımlamasıyla anılan Şam ve üç din mensuplarının tarih boyunca boğuştuğu Kudüs, bu açıdan bakıldığında ve bizâtihî yaşandığında, geriye bir tek Medine kalıyor. Allah onu korusun!

Latin Barbarlığı 
İstanbul tarih boyunca tabii afetler konusunda pek selamette kalmamıştır. Bir kere herkesin gözünün orada olması, taliplerinin çokluğu itibarıyla sayısız saldırıya uğramış, sayısız kuşatmada İstanbul halkı muhasara altında inim inim inlemiştir. Hele bunlardan 1204 Latin İstilası vardır ki; aynı dine mensup Katolikler, hem de din adına Ortodoks dindaşlarına mezhep ayrılığı taassubuyla yapmadıklarını bırakmamışlardır. Bırakınız istanbullu'nun canına kasdı, malını hatta taşını bile yağmalayıp götürmüşlerdir. İstanbullu sadece dış düşmanın şerrinden, istilacının tasallutundan mı mutazarrır olmuştur? Ya dahili hareketler, halk isyanları, ayaklanmalar, ihtilaller, kardeş kavgaları, Bizans entrikaları, Niku isyanları... Ya Bizans'tan sonra bizim Osmanlı? Patrona Halil'in den Kabakçı Mustafa'sına, topçu yamaklarından, yeniçeri ağalarına, kazan kaldıran kaldırana...

Dış ve iç savaşların haricinde İstanbul, maşaallah şeriri, şehirli eşkıyası bol bir memlekettir. Devlet nizamının bozulduğu, emmniyetin tesis edilemediği dönemlerde ortaya nice çeteler çıkmış, hem de gücünü bayağı bayağı devlete, orduya, saraya dayamış...

Kıyamet-i Suğra 
İstanbul'un bu insanî, yani beşerî belâlarından sonra gelelim tabii afetlerine: Bunlar arasında tarihi perspektif içinde baktığımız halkın en çok ma'ruz kaldığı yangındır. Ama en çok zarar veren depremdir.
 

"Hafıza-i beşer nisyan ile malül" olduğundan İstanbullu hep yangına karşı tetikte bulunmuş; malı, evi, barkı yandığı halde diyebiliriz ki pek fazla canı yanmamıştır. İstanbullu'nun canını yakan, ocağını söndüren, dünyayı başına yıkan zelzelelerdir. Hem de ne zelzeleler: "Zelzele-i azime",  "Kıyamet-i suğra"...
Şimdi, zelzele bahsine bir girince pir gireceğiz. Hele böyle günlerde bizatihi yaşayıp biaynihi gördükten sonra... Amma gelin İstanbul'un maruz kaldığı başka belaları da atlamayalım.

İstanbul'da yağmur, bazen "gökten afet gibi" yağar. Fırtına olur, dolu olur, tufan olur. Nice asırlık ağaçlar köklerinden sökülür, çatılar uçar, bacalar, minareler yıkılır. Hele lodos bir vurdu mu, aman ki aman! Eğer denizdeysen halin yaman!
İstanbullu'yu özellikle muhasara ve fakirlik günlerinde içten içe vuran bir başka musibet daha vardır. O da şudur: Bir geldi mi binlerce kişiyi deviren, Dersaadet ahalisini toptan götüren veba...


Binlerce Ölü
Bizans zamanında tespit edilen en eski zelzele Eremya Çelebi, İnciyan, Kevork Pamukciyan, Sarkis Hovennesyan gibi Ermeni müverrihler ve ondan bize Türkçe'ye tercüme eden Hrand D.Andreasyan'a göre 212 senesindedir. Zelzeleyle beraber, hemen ardından gelen veba salgını neticesinde binlerce kişi ölmüştür. 362'de, 394'te, 399'da, 402'de, 407 yıllarında da yani birbirini takip eden senelerde oldukça şiddetli sarsıntılar vukû bulmuş; 447 yılında dört ay içinde bir kaç defa şiddetli zelzele tekerrür etmiştir. Şehir surunun büyük bir kısmı ile 96 burçtan 67'si yıkılmıştır. Yine 478'de yıkılan bir kaç ev ve kiliseyle birlikte şehir meydanlarındaki heykeller devrilmiş; Konstantinapolis'in surlarının bir kısmı da yıkılmıştır.
 

Gelelim 6.yüzyıla... 517 yılındaki ilk gödüğümüz zelzele kaydından sonra 533,536 ve 538 senelerinde meydana gelen zelzelelerle Ayasofya'nın kubbesi yıkılmıştır. 550 yılında yeni bir zelzele daha vukû bulmuş, 553 senesindeki zelzele 40 gün devam etmiştir. Hemen bir sene sonra da yine İstanbul surunun Yaldızlı Kapı civarındaki bölümü yıkılmıştır. 558 senesinde yine çok şiddetli zelzele olmuş ve 10 gün sürmüştür. 6. asır boyunca geniş bir zaman diliminde vukû bulan bir çok zelzeleden bir tanesi de 559 yılındadır.
 

Adı geçen asırda ardı arkası kesilmeyen zelzeleler aşağı yukarı bir yüzyıl kadar ara vererek 8.  asırda tekrar başlamış, 732'de vukû bulan zelzelede Aya İrini Kilisesi mühim hasara uğramıştır. 739'daki zelzeleden sonra 740 ve 789 senelerinde vukû bulan zelzeleler o kadar şiddetli olmuştur ki, halk şehirden kaçarak civar kırlarda barınmıştır. 8. asrın son kaydedilen sarsıntısı 789 yılındadır.
 

9. asırda aşağı yukarı 50 yıllık asûde dönem geçmiş, 861 senesindeki sarsıntılar 40 gün sürdükten sonra 862, 864 ve 870 yıllarında da devam etmiştir. Daha sonra 915, 960, 961 ve 986 zelzelelerini görmekteyiz ki, 960'takinde Ayasofya ağır hasara uğramıştır.

Büyük Yarık
Birinci milleniumun 11. senesinde (1011'de) başlayan zelzele serisi 1032'de hayli şiddetle zuhûr etmiş, 40 gün içinde müteaddid sarsıntılar olmuş, bir çok kilise yıkılmıştır. 1037'de, 1039'da ve 1040 senelerinde sarsıntılar 70 gün sürmüş; 1061, 1070, 1086, 1095 senelerinde de yer sarsıntısı eksik olmamıştır.
 
12. yüzyılda, 1111'de başlayan zelzeleler, 1185'te devam etmiş ve en dehşetlisi de 1199 senesinde vukû bulmuştur. Bu afette İstanbul'da toprak yarılmış ve İmparator Aleksios'un ailesi de dahil olmak üzere pek çok insan toprağa gömülmüştür.

Daha sonra 13. yüzyılda 1231, 1287, 1296 yıllarındaki depremleri kaydediyoruz. 14. yüzyılda 1305, 1317, 1332 senelerindeki zelzeleler bir çok binayı hasara uğrattıktan başka çıkan şiddetli bir fırtınadan dolayı deniz kabarmış, kilise kubbelerinden haçlar düşmüştür.

 
Tam Bir Kıyamet
Şimdi de isterseniz gelelim Osmanlı zelzelelerine: Bir kere Osmanlı, bırakınız en basit halkını, sarayın vekâyinâmecileri bile hiçbir zaman şöyle ballandıra ballandıra bol teferruatıyla bir zelzeleyi kaale ve kaleme almazlar. Açın bakın vekâyinâmelere; en lüzumsuz tevcihatları, makam tayinlerini, tedipleri, nefiyleri, saraydaki entrikaları, fütuhatı, hayratı, vefayatı uzun uzadıya anlatan müverrihlerimiz depreme gelince, sosyal tarihimiz açısından söylüyorum; maalesef ya es geçerler, yahut da birer cümleyle geçerler. Bakarsınız başlıkta "Zuhır-ı Zelzele-i Azime" der, altından bir şey çıkmaz, yahut tek cümleyle "Vukû-ı Zelzele Der Islambol Der Muharrem' der geçer. Yine iş kalır Eremya Çelebi'nin Ruznâme'sine:

1486, 1489, 1500 senelerindeki zelzelelerden sonra 16. asır, gerçekten arz-ı zeminin titrediği bir zaman olmuştur. 1507 senesinde 40 gün devam eden zelzelenin en şiddetlisi 1509'da olmuş, günümüzde bilim adamlarının "Tsunami" adını verdikleri şekilde deniz kabarmıştır. Sultan II. Bayezid zamanında olan bu zelzele, tam bir küçük kıyamettir. Amma velâkin 1510'da, 1512'de ve 1514 senelerinde üst üste şiddetli sarsıntılar halinde devam etmiştir. 1557'ye kadar devam eden zelzeleler 16. asrın yarısında kesilmiş, bir yüzyıl kadar ara verdikten sonra 17. asrın ilk yarısında, 1648'de, daha sonra 1659'da ve nihayetinde de 1690'da üç büyük zelzele ile kendini yeniden göstermiştir. Yine aşağı yukarı bir elli sene inkitaya uğradıktan sonra 18. asrın yarısından itibaren meydana çıkmış, 1752'de İstanbul şöyle bir sarsılmakla beraber, daha ziyâde Edirne ve civarı büyük zarar görmüştür.

1755 yılında sarsıntılar yavaşlayarak devam etmiş ama 1766'ya gelindiğinde, işte kıyamet bir kere daha kopmuştur. Güneş doğduktan yarım saat geçtikten sonra "bir zelzele-i azime-i nagehâni zuhûr ve şiddet-i hareketinden, herkes canından ve harekete mecâl olmayıp, binaların tümü, sayısız insan ve hayvan helâk olmuştur."

Şemidanizade Fındıklılı Süleyman Efendi'nin "Mür-it Tevarih"'inden öğrendiğimize göre; "Zelzele 4 dakika (!) sürmüş, İstanbul duman içerisinde kalmış, bâdehû duman kalktıktan sonra Fatih Camii'nin bilkülliye yıkıldığı, Sultan Bayazıt camii ile Edirne kapısındaki Mihrimah Sultan Camii yıkılmaya yakın tahrip olmuş; Şekerciler Han'ı, Çarşı'da Dua Meydanı, Kalpakçılar, Bezzazistan etrafı, Eski Saray, İstanbul Surları, Yedikule, Vezir Hanı, Esir Pazarı vesâir hanlar; kaâgir camilerin yanısıra bazen ahşaptan olan binalar bile perişan olmuştur. Topkapı Sarayı'nda yıkılan çok sayıda duvar altında binlerce kişi kalmıştır."

Süleyman Efendi'ye göre: "Sultan Bayazıd'ı Veli asrında olan zelzele dahi azîm ve buna karibdir. Lakin bu, ondan şedid belki eşeddir." Yani bu, tarih boyunca İstanbul'un görmüş olduğu en şiddetli zelzeledir ki, buna daha sonra 1894 zelzelesini dahil edebiliriz. Bu zelzelede yeraltında bulunan su yolları dahil fesholunmuştur. "İlk zelzeleden 2-3 gün sonra Cuma günü bütün Müslümanlar ve Padişah, Sultanahmet Camii'nde namazda iken zelzele-i mezkûreden nakısça bir zelzele daha olmuş, yani ilk depremin şiddetine yakın bir artçı deprem daha meydana gelmiş ve yukarıdaki zelzelenin 75. günü yine aynı büyüklükte bir zelzele de Galata, İzmit, Gölcük, Karamürsel, Yalova civarında vukû bulmuştur. Hatta Karamürsel mahkemesi ahşap iken o dahi yıkılmış ve vazifelü 4 asker helak olmuştur. Daha sonra 9 ayda 4 şiddetli zelzele meydana gelmiş, ayrıca gecede ve gündüzde 2'şer ve 3'er zelzele tekrar edip durmuştur. Başta Padişah olmak üzere herkesi korku sarmış, ekser rical ve nisvan bahçelerde çadır ve çerge ile istirahat etmişlerdir."

Son Büyük Deprem
İstanbul'un son şiddetli depremi ise 10 Temmuz 1894 tarihinde ortaya çıkmış, güneyden kuzeye 3 şiddetli sarsıntı halinde hissedilmiştir. Beyoğlu ve Boğaziçi'ne daha az zarar veren depremde, merkez, Marmara Denizi'nin içinden geçen faydır; dolayısıyla İstanbul'un kıyıları daha çok zarar görmüştür. Bu 10 Temmuz Depremi'nde Çatalca'dan İzmit Körfezi boyunca Adapazarı'na kadar 175 km boyunca uzanan ve ana çizgiyi meydana getiren hat, bir kerede kırılmıştır. Daha sonra etrafındakileri tetikleme durumu ortaya çıkmamıştır.
İstanbul'da meydana gelen bütün depremlerden sonra padişahlar duruma el koymuşlar, hemen tamirata başlamışlar, hatta III. Mustafa, Fatih Camii'ni yeni baştan yaptırarak bu konuda ne kadar gayret ve himmet sahibi olduğunu göstermiştir. Sultan II. Abdülhamid de çadırların kurulmasında, fırınlarda ekmek dağıtılmasına, Şehremini başkanlığında bir komisyon kurularak para ve yiyecek yardımına kadar hadisenin her yönüyle ilgilenmiştir. Ayrıca Sultan II. Abdülhamid, depremden sonra bir bilimsel araştırma yapılmasını istemiş, Atina ve İstanbul rasathaneleri ortak bir rapor hazırlamışlardır. Raporun aşağı-yukarı bir ay sonra 15 Ağustos 1894 tarihinde padişaha sunulduğunu biliyoruz. Padişah'ın fikr-i takibi bu konuda etkili olmakla beraber, raporun altındaki üç imzanın da sahibi gayrimüslimlerdir. Yabancı dille Fransızca yazılan bu rapor bir Ermeni vatandaşı olan Bogos tarafından tercüme edilmiştir.

[Deprem raporuna buradan ulaşabilirsiniz.]

Haluk Dursun
Yrd. Doç. Dr. Marmara Ünv. Eğt. Fak. Öğr. Üyesi




0 Yorum:

Yorum Gönder

 
web siteleri