18 Ocak 2011 Salı

Asr-ı Saadet'te Türkler


"Ashab-ı Kiram arasında Türkler var mıydı?" 
Böyle bir soru, bir Türk'ü belki de en çok heyecanlandıracak sorulardan birisidir. Zira genlerine kadar işlemiş olan Peygamber sevgisi, bu sorunun cevabını merakla bekletecektir.


Ay'da Nasreddin Hoca Krateri


Fıkralık bir sözle Dünya'nın yuvarlak olduğunu açıklamıştı...


Hoca merhuma sormuşlar: "Hocam, dünyanın merkezi neresi?" Hoca cevap vermiş: "Eşeğimin ayağını bastığı yer!" Hocanın bu açıklamasına kızan hemşehrileri: "Hoca, nereden biliyorsun" demişler Hoca da: "Öyleyse ölçün de bakın" demiş. 

İşte Hoca'nın adını Ay'a yazdıran fıkra, işte biz...


Amerikan Uzay Araştırma Merkezi NASA, 1969 ve sonrası devam eden Ay'ı keşif, insanlı Ay uçuşları programının sonucu olarak hazırladığı detaylı Ay haritasında Nasreddin Hoca'nın adına da yer verdi. Nasreddin Hoca'nın adının verildiği krater bölge, ayın dünyaya bakan yüzünün göbek bölgesinde Surveyor-7 Ay'a iniş aracının araştırma yaptığı yerin yakınında bulunuyor.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Masonların Dilinden Masonluk

Mason glasnostunun öncüleri sır veriyormuş gibi yapıyorlar. 
Ser vermek mi? Asla!..
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, tarihinde ilk kez medya mensuplarına kapılarını açtı. Mason Büyük Üstadı Sahir Talat Akev ve diğer mason üstadları, gazetecilerin sorularını cevapladı. Localar gezildi, sergiler açıldı.

Mason Büyük Locası'nın 90. kuruluş yıldönümü dolayısıyla başlatılan glasnost hareketinden öğrendiklerimizi sizinle de paylaşmak istedik. Mason temsilciler tarafından bize aktarılanları aktarmanın ilginizi çekeceğini umuyoruz...


20 Nisan 2010 Salı

Cahil Bilgi

Huzurun kaynağı "kalp" ise, 
hayata onu da katmalıyız...


      İnsanda esrarlı, ele avuca gelmez sezici, keşfedici ve yapıcı bir yetenek vardır ki; onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir. İnsana bu özelliği veren şey, kendi varlığını, kainatı ve kainattaki yerini sorgulamasıdır. Sorgulamayı da belli disiplinlere kavuşmuş bilimlerle yapar. 


     Aslında bilimleri birbirinden ayırmak mümkün değildir; hepsi de insandaki me­rak unsurunun tatminine yöneliktir. Ancak kolay öğrenilebilmesi, araştırmalarda sağlıklı sonuçlar elde edilebilmesi için kat'i öl­çülere ulaşmasa bile sınırları belirlenmiş, farklı disiplinlere ayrılmıştır. Bu disiplinle­rin, insanın bütün sorularına cevap vere­bilmeleri için de bütün melekelerine açık olması gerekmektedir.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Osmanlı'da Kamu Binaları ve Deprem


Osmanlıda, güzel bir gelenek icabı kamu binaları sağlam olarak inşa edilirdi. Çünkü birçok kişinin gireceği, barınacağı veya belli bir süre kalacağı bu tür binaların sağlamlığı can güvenliği açısından son derece önemli idi. Tekniklerin bu derecede gelişmediği devirlerde, insanı şaşırtacak derecede, ince hassas hesaplar yapabilen ve bunu binalarının yapımında uygulayan mimar ve ustaların eserlerine hayranlık duymamak elde değil. 

Tabii afetler içinde depremlerin ayrı bir önemi vardı. Osmanlı mimarları, o kuvvetli hisleri ve hesaplarıyla depreme karşı da önlemler alırlardı. Dağarcığınıza sunacağımız belge bunun tipik bir örneğidir ve ders alınacak güzel yönleri vardır:


10 Nisan 2010 Cumartesi

1894 Deprem Raporu




Sultan II. Abdülhamid, 10 Temmuz 1894 senesindeki büyük İstanbul depreminden sonra bir bilimsel araştırma yapılmasını istemiş, Atina ve İstanbul rasathâneleri ortak bir rapor hazırlamışlardır. Hazırlanan bu rapor aşağı-yukarı bir ay sonra, 15 Ağustos 1894 tarihinde padişaha sunulmuştur. Padişah'ın fikr-i takibi bu konuda etkili olmakla beraber, raporun altındaki üç imzanın da sahibi gayrimüslimlerdir. 

Yabancı dille Fransızca yazılan bu rapor, bir Ermeni vatandaşı olan Bogos tarafından Fransızca'dan Osmanlıca'ya tercüme edilmiştir. 
Metnin tadını bozmamak için kelimeleri günümüz Türkçe'sine çevirmeden aynen aktarıyoruz:


23 Mart 2010 Salı

10 Temmuz 17 Ağustos'un Aynısıydı!

1894 deprem haritası ve raporu, bize, 17 Ağustos depremiyle alâkalı ilginç ipuçları veriyor...
Deprem Haritası

10 Temmuz 1894 büyük depremi üzerine Atina ve İstanbul rasathanelerince ortak hazırlanan Türkiye'nin deprem haritasına ve raporuna dikkat edilecek olursa, yaklaşık bir asır önce vukû bulan "hareket-i arz-ı şedîde"nin tesir sahası, 17 Ağustos depremiyle tamamen aynı!...

O halde, yüzyıllık periyodlarda olması beklenen büyük İstanbul depremi neden şu "17 Ağustos depremi" olmasın?!...


21 Mart 2010 Pazar

Neydi O Eski Zelzeleler

İstanbul'u Seven Katlanır Depremine


Bir kere Osmanlı, bırakınız en basit halkını, sarayın vekâyinâmecileri bile hiçbir zaman şöyle ballandıra ballandıra bol teferruatıyla bir zelzeleyi kaale ve kaleme almazlar. Açın bakın vekâyinâmelere; en lüzumsuz tevcihatları, makam tayinlerini, tedipleri, nefiyleri, saraydaki entrikaları, fütuhatı, hayratı, vefayatı uzun uzadıya anlatan müverrihlerimiz depreme gelince, sosyal tarihimiz açısından söylüyorum; maalesef ya es geçerler, yahut da birer cümleyle geçerler. Bakarsınız başlıkta "Zuhır-ı Zelzele-i Azime" der, altından bir şey çıkmaz, yahut tek cümleyle "Vukû-ı Zelzele Der Islambol Der Muharrem' der geçer. Yine iş kalır Eremya Çelebi'nin Ruznâme'sine...


Tevekkül

1800'lü yılların İstanbul'unda, mütevazı bir semt olan Eyüp Sultan'da; Osmanlı'nın gündelik hayatındaki vazgeçilmez mekânlardan şirin bir mahalle bakkalı, mahalle sakinlerinden Mehmed Selahaddin amca ve hanımı Hatice Sâtıa teyze arasında geçen küçük bir hikayedir bu:

Sıradan bir gündür. Mehmed Selahaddin amca hemen her gün tekrarlanan mutad sabah alışverişi için bakkala kadar çıkar. Alacağı birkaç kalem kahvaltılık nevâledir. Bu arada Hatice Sâtıa teyze kahvaltı sofrasını kurmuş, pişirdiği sütü fincanlara servis de etmiştir. Süt fincanda soğumaya yüz tutmuş ama Mehmed amca bakkaldan henüz dönmemiştir. Sâtıa teyze meraklanmıştır; çünkü kadim bakkalları evlerinin hemen az ilerisindeki köşe başındadır. "Sohbete mi daldılar acaba?" diye düşünüp dururken Mehmed amca nihayet elindeki nevâlelerle kapıda görünür. Kapı açılır açılmaz malûm soru sorulur; "Nerede kaldın bey? Meraklandım..." Mehmed Selahaddin amca biraz yaşlıdır; bir iki soluklandıktan sonra "Hanım" der; "duydum ki mahallenin taa uç tarafına bir bakkal daha açılmış. Alışverişi oradan yapayım dedim; haliyle ondan geciktim." Hatice Sâtıa teyze "niye?" diye sorar hemen; "Niye? Bizim bakkal efendiyle bir tatsızlık mı oldu, yoksa bu yeni bakkal efendi daha ucuza mı mal satıyormuş?"

Tarih ve Düşünce | Ekim 1999 | Yıl: 1 - Sayı: 1

Tarih ve Düşünce Dergisi - Kapak: Ekim 1999

 
web siteleri